27 Şubat 2009 Cuma

YAKLAŞMAYIN TAHTA KURUSU SIÇRAYABİLİR...

Evet ..Gerçekten kamuoyundan gizleniyor.Ama dün Amerika'da ; New york'ta yaşayan bir yakınımla yaptığımız konuşma sonrasında öğrenmiş bulunuyoruz ki; bu güzide kapitalizm ve moda baş şehrinin hatta başlıbaşına ülkesinin şu günlerde başı tahtakuruları ile dertteymiş..
Evet ; yanlış duymadınız ...New York'u tahta kuruları basmış..Metrolarda ; toplu halde bulunulan noktalarda birbirinize yakın durmayın şeklinde anonslar yapılıyormuş...

Tahminim ise kuş gribi gibi bu böcek istilasınında yakın bir tarihte ülkemize uğrayacağı..Şu ana kadar hiçbir yazılı ve görsel basında hakkında tek bir kelime görmediğim ve duymadığım bu konunun ülkemiz medyası tarafından mutlak surette ve çok iyi bir hızla duyurulacağı.

Ve nedense bununda yaz dönemine yakın bir tarihte olacağını düşünüyorum..Ama neden şu an Amerikan medyası ve uluslararası medyada bu konu ile tek bir yorum,tek bir kare, tek bir haber yok...İşte onu anlayamıyorum..Sonra da diyorlar ki herşeyi komplo teorisine bağlıyorsunuz...Eee siz verin madem aklı..Bağlamayıp da ne yapalım ?

24 Şubat 2009 Salı

BU BANA ARTIK AĞIR GELİYOR

Gelmeyeceğini veya gelsen de bana haber vermeyeceğini biliyordum..Aslında bunun için elimde bir delilim yok..Yani geldiğine veya gelmediğine dair..Fakat içimdeki bir his bana senin gene çark ettiğini veya kendine olan güvensizliğinin gene depreştiğini söylüyor..Söylüyor ne kelime; bangır bangır bağırıyor.Ben ise kendime kızıyorum..Hem de çok..Sen yoktun ki aslında..Niye öyle arada sırada köşede duran sandıktan çıkar gibi yapıyor ve sonra yok oluyorsun..Ben sana neden bu cesareti veriyorum..Kabul ediyorum ..Eksiklik bende..Bende ki ; hep senin karakterindeki insan tipi beni buluyor..Birşeyi anlayamıyorum..Ama neyi anlayamadığımı anlamak daha kötü benim için..Bir anlasam neyim olduğumu yani bir teşhis olsa benim için o zaman belki daha net tavırlarda bulunacağım..Kendime kızıyorum..Sen yoksun ki..Belki olmadın bile ve bana öyle geldi..Ama benim kaybedecek zamanım artık yok.Ben geç kalıyorum ve bu bana artık koyuyor. Hadi diyelim oldun..Sen doğru olan mısın peki? İçimdeki ses değilsin diyor..Ama aynı ses; kim bilmiyor doğruyu..Belki buldum ve de kaybetmiş olabilir miyim? Ben gerçekten kendime kızıyorum..Niye heyecanlanıyorum son günlerde senden mesaj geldi mi acaba ? veya o burada mı acaba diye düşünmekten..Sen aslında benim etkilendiğim cümleleri sarf etmiş olabilirsin ama ben hayalimdeki bir kişiden mi etkileniyorum acaba?



Bana bak; beynimden gitmeni istiyorum..Benim yolum açık olsun..Sen ne olur hayırlı değilsen de çıkma karşıma olur mu? Çünkü bu yaşımda hala bunları diliyor olmak itiraf edeyim bana çok koyuyor...

23 Şubat 2009 Pazartesi

AND THE OSCAR GOES TOOOOO

Dün gece geç saatlere kadar Oscar Ödül Töreni'ni bekledim..Ben seremoni insanıyım.Severim güzel organize edilmiş toplantı,buluşma,düğün,nişan ve bunun gibi benzeri toplantıları.Düşünülmüş incelikler, yapılan süprizler, giyilen kıyafetler, değişik saç modelleri, yenilecek yemeklerdeki sunumlar ve bu tarz hazırlıklar.

İşte Oscar gecesi de böyle bir gece benim için..Daha ne olsun dünyaca ünlü celebrityler ve onların göz alıcı kıyafetleri, saçları, makyajları,ödül alanların şaşkınlıkları,alamayanların tavırları,teşekkür konuşmaları vs vs...

Türkiye saati ile gece 01:00 da başlayan geceyi merakla bekledim..Tabii malesef sonuna kadar dayanamadım..Ama sabah beşe kadar izleme imkanım oldu..Bu dört saatlik dilimde izlenimlerim ise şöyle:

Bence bu sene ödül töreni sönüktü..Tabii bu beklenen bir durumdu.Çünkü Amerika'da tüm dünyayıda etkileyen bir kriz var..Bu kriz zamanında insanların gözüne gözüne de bazı lüksler sokmamak gerekir diye düşünüyordu bazı kimseler..Bence haklılarda..Zaten zaman basit olmaya bırakacak kendini..Bu; başlı başına bir yazı konusu ama..Ve biz kendi konumuza dönersek eğer; kıyafetler ve özellikle takılarda bu durum etkisini bayağı hissettiriyordu..Öyle acayip, şaşalı takılar yoktu.Sadece bir yardımcı kadın oyuncu - kendisi sanırım Benjamin Button'un hikayesindeki zenci oyuncu oluyor- gerçekten gözleri yerinen oynatacak kadar büyük bir pırlanta kolye ile arzı endam ediyordu.. Bir de başka bir yardımcı kadın oyuncu Oscar adayı da tasma şeklinde zümrüt ve yakut ağırklıklı bir kolye taşıyordu kırmızı kıyafetini tamamlamak için.. Fakat o kadar beğenilmedi yorumcular tarafından.. Genelde küpe olarak da küçük pırlanta küpeler takılmıştı.. Pırlanta bileklikler ise kombinasyonların en gözde olanıydı. Sadece bir oyuncunun -ki kendisinin adını bilmiyorum ama giydiği kıyafet saçının rengi ile aynı idi..Böyle kahverengi-safran-nefti yeşil karışımı tuhaf hatta kötü renkte bir kıyafet idi- üzerindeki kıyafette koltuk altı kısımlarında pırlanta süsler vardı..Onlar çok zarif duruyordu..Penelope Cruz'un ise çok beğenilen takısını ben bayağı sıradan buldum.Heidi Klum'un bileğindeki aksesuvarları da fazla abartılıydı.

Kıyafetlerin renk seçimlerinde ise bence hiç de farklı bir tercih yoktu.Buz rengi grubu denilen bir renk grubu bayağı revaçtaydı.Genelde nedense bu renk çoğu aktrisin üzerindeydi.En çok tercih edilen renklerden diğer grup ise klasik olarak kırmızı ve mercan renkleri ağırlıklı idi..Diğer alternatif ise her zamanki gibi siyahtı.

Buz grubu renkli elbiseler arasında bence en güzeli Anna Hattaway'inkiydi..Onun elbisesindeki kristal renkli payetlerin işçiliği gerçekten iyiydi..Zaten kendisinin cilt rengi ve sade makyajı çok hoştu.Buz renkli kıyafetlerin kamuoyunca ençok beğenileni ama benim müsamerelerdeki kızların kıyafetlerine benzettiğim ve hiç beğenmediğim Sarah Jessica Parker'inki idi..Ben ne o kemerdeki ayrıntıyı, ne eteğin kabarıklığını ne Sarah'ın saçını ne de o klasik beldeki kemer olayını ne de gögüs kubunu beğendim..Elbise ; ben buradayım buradayım deyip duruyordu.Yardımcı kadın oyuncu adaylarından Benjamin Button'da oynayan kadının beyaz elbisesine ise bayıldım..Kadın elbisenin içinde çok rahat duruyordu..Gülümsemesi ile de şıklığına sevimlilik katıyordu.. Elbisenin kat kat dökümü çok hoştu. Buz renkli kıyafetlerin en koyularından olan -aslında bu elbisenin rengini pek çözemedim- ve benim gri mat bir renk diye yorumladığım Meryl Streep'in elbisesi ise tek kelime ile şahaneydi..Kadın asaleti ile elbiseyi taşıyordu..Özellikle omuz kısmındaki yaka düşüşü çok zarifti. Saçları ve sade makyajı ile bütünlük içindeydi.Penelope Cruz'un vintage elbiseside hoş elbiselerdendi.Aslında uzaktan elbisenin detayları pek belli değildi..Fakat kamera bir ara yakına gelince elbisenin işlemeleri arasındaki detaylar kendini belli etti..Elbisenin genel bir havasıda bana yine Cruz'un daha önceki bir Oscar töreninde giydiği Oscar De la Renta pembe elbisesini çağrıştırdı.Fakat kendisinin makyajını beğenmedim..Bazen bu kadına yapıln makyaj ile gözleri birbirinden fazlası ile ayrıkmış gibi bir havası oluyor..Bu seferde öyleydi..

Kırmızı renkli kıyafetler arasında pek beğendiğim olmadı.Heidi Klum'un elbisesinin kalıbını beğenmedim..Tamam kadın güzel ama buna sığınmakda her zaman yeterli değil ki.Elbisesinin kuyruğu falan olmamıştı bana göre..Kırmızı tonlu olarak beğendiğim tek elbise ise hiç tanımadığım birine aitti. Ben Kingsley'in yanında bulunan bayan artık kendisi eşi mi sevgilisi mi bilemiyorum çok hoş üzerinde kumaş ile aynı renkte güller işli olan bir elbise giymişti..Elbisenin gül detayları zarifti.

Siyah elbiselerde ise bence en iyisi Kate Winslet'ti..Elbisenin alacalı detayları ,dantelden işlenen kısmı, tek omzu askılı oluşu,duruşu asaleti ,waglı saçları ile bir bütündü kendisi.Angelina Jolie'de siyah bir elbise seçmişti. Tek renkli detay herkesin öve öve bitiremediği zümrüt küpelerdi.Kendisinin siyah giyeceğini biliyordum zaten..Bu tarz gecelerde basit renkli ve basit tasarımlı elbiseler giymeyi tercih ediyor kendisi.. Başka bir ödül töreninde kendisi pazardan aldığı bir elbiseyi giymişti hatta..Herhalde mesaj vermeye çalışıyor; kendi yaşam felsefesinin paralelinde..Ama bana bu tavır biraz garip geliyor.Hatta itiraf edeyim bana biraz pr çalışması gibi geliyor.Çünkü ben böyle bir felsefesi olan kadının suratında sıcacık bir gülümseme bekliyorum..Ama bu yok kadında..Duruşu ile farklı olmaya çalışıyor gibi geliyor ve bunu hissettirerek yapan kişilerden hep nefret ediyorum..Ya öylesindir ya değilsindir..Bu durumu zorlamaya gerek yoktur. Angelina'da bunu yaptı yine ben duruşumla döverim der gibiydi gece boyunca.Sadece yeşil küpeleri ile durumu kurtarmaya çalıştı gözlerine vurgu yaparak..

Kadınlardaki en tatlı ve hoş olan ise Natalie Portman'dı.Natalie mor ile lila arası bir kıyafet giymişti ve dökümlü bir kumaştı elbiseninki..Ve nasıl zarifti nasıl zarifti anlatamam..İşte Angelina'dan farklı olarak onun duruşu kendinden öyle idi bana göre.Özellikle makyajının göz kalemi detayı göz rengi ile süper uyumluydu.Klastı tek kelime ile.

Erkeklerde ise klasik smokin, papyon,kravat ve makosen durumu hakimdi..Onların içinde en farklı olanı Mickey Rouke'du. Kendisi beyaz ceketi, siyah yeleği,yelekten sarkan zincir detayları ve bayağı cool duruşu ile asiyim dedi bangır bangır.

Törenin ana sunucusu ise benim yeni favorim Hug Jackman'dı..Ben bu adama bayılıyorum sanırım.. Etkileyici ve karizmatik bir adam kendisi.. Sunumları çok iyi yaptı..Özellikle açılıştaki dans şovu muhteşemdi..Eski zamanın müzikal artistlerine benziyor kendisi..Sahnede onu zıplarken ve şarkı söylerken görünce acilen bu tarz bir projede yer alması gerekliliğini düşündüm. Bir de çok keyif alıyordu yaptıklarından..Bu çok belli oluyordu..Hatta güldü dans ederken birkaç kez.. Dans şovlarından bir diğeri olan Beyonce ile yaptıkları da bayağı iyiyidi..Çok güzel ayak uydurdu Beyonce ile dans ederken Jackman..

Törenin diğer önemli bir detayı da ödül vermek üzere sahneye çıkan Jennifer Aniston-Brad Pitt- Angelina Jolie arasında oldu.. Bir defa Aniston bence sıradan duruyordu..Özellikle saçları kötüydü..Sonra kendisi bayağı gergindi..Aslında kadıncağız bence kötü bir durumdaydı..En ön sıradan Jolie ve Pitt onu izliyor ; tüm dünyada onları ve o sahnede..Özellikle yakın tarihte Pitt ile ayrıldıktan kısa bir süre sonra Jolie'nin demeç verdiği bir dergide Pitt ile ilşkilerinin başlangıcının Aniston ile Pitt ayrılmadan önce başladığını belirtmesi ve o zaman nasıl birbirlerine aşık olduklarının tüm detayları ile anlatması Aniston'un kendi deyimi ile canını fena yakmıştı..Kendisi de en çok bu demeçten incindiğini belirtmişti. Ve bence de haklı idi. Oscar törenindeki
konuşmada gerginliği çok net hissediliyordu.Bu beni bir kadın olarak üzdü.

Diğer bir başka detayda Osacar Ödül törenlerinin geneline ait.Neden bu yabancı starlar hiç şunu demez:"Bu ödül benim hakkımdı.." Hep tebrik ederler birbirini. Mutlaka içleri gidiyordur ama neden bunun hiç bu şekilde bizim starlarımız gibi belli etmezler? Yoksa onlar çok daha iyi oyuncular mı?

İşte benim Oscar ödül törenlerinden kısaca gözlemlerimde bunlar.bu tüp gecelerin yurdumda da bu kadar düzenli olarak geröekleşmesi umudu ile...

21 Şubat 2009 Cumartesi

MUTLUYUM RE Mİ SOL

Başladım...Evet..Ama kastım kendimi..Birde görüntümü komik buldum..Hocam da aslında genç bir tip 1982 doğumlu..Bana sesleri vermemi söylerken çok utandım..Bazen benim böyle salak bir utangaçlığım peydah olur..O zaman da kasmaktan kendimi doğru düzgün söyleyemem veya yapamam istediklerimi..Bugünde öyle oldu..Ay ağzım kocaman benim komik olmuştur dedim kendi kendime..sonra hocanın diyaframı bana anlatması için benim diyaframıma dokunması gerekiyordu..O zamanda aman benim yağlarım adamın eline gelicek şimdi diye bir kastım kendimi..Sonrada yağlarım eline gelmesin diye karnımı içime çektiğimi anlayacak diye kastım kendimi..belli de etmemeye çalışıyorum..Başka başka sorular soruyorum..Ama öğrendim ki sesim ve kulağım varmış..Aslında faranjitim devam ediyormuş...Etmeseymiş daha iyi anlarmış sesimin kalitesini ama buna rağmen şimdilik mezzo soprano olarak gözüküyormuşum..Çalışacakmışız..Hocanın bir stüdyosu varmış..Orada da çalışabilirmişiz..Bol bol su içmem lazımmış..Sesimi korumam gerekiyormuş..Hoca benim herşeyimi bilmeliymiş.Ona göre bir modda olurmuşum..Pazar günü solfeje katılmam gerekiyormuş...Heyyyyyyyyt yaşasın..son zamanlarda beni en çok bu mutlu etti..

20 Şubat 2009 Cuma

DO-RE-Mİ-FA-SOL

heyoooooo..En sonunda şeytanın bacağını kırdım ve biraz geç de olsa beni en çok memnun eden hobime özel bir zaman ayırıyorum inşallah...Yarın bunun ilk günü oluyor..Bilmiyorum umduğumu bulacak mıyım ama ben çok memnun oluyorum en azından şimdilik.....Aslında hobim olmasını istemezdim bunun ..Bir şekilde benim işim olmasını bile isterdim..Biraz gizli tutarım bu hevesimi kimse anlamasın ve alay etmesin diye..Medya dünyasının gerçekten iki önemli figürü bile bana bu konuda çok başarılı olduğumu söylemişlerdir...Hani hayatının en mutlu olduğu üç beş kareyi söyle deseler kesin o anlarıda katardım o mutluluk anlarıma..

Evet ; ben yarın konservatuvarın şan bölümünde kursa başlıyorum..Umarım, dilerim ; umduğum gibi olur..Ben mutlu olmak istiyorum çünkü...

14 Şubat 2009 Cumartesi

13 CUMA

Dün benim doğumgünümdü...Mutlu olurum aranıp sorulmaktan herkes gibi.Ama özellikle büyük beklentiler içine girmemeye çalışıyorum..Çünkü böyle özel günlere büyük anlamlar yükleyip çokfazla beklentiler içine girip büyük sükutu hayallere uğramak istemiyorum..Bir 5 sene önce de benim doğum günüm bir cumaya denk düşmüştü.13 cuma..korku filmi adı gibi oluyor böyle yazınca..O doğumgünü hayatımdaki en ilginç doğum günlerimden biri idi..Çok süprizli bir geceydi.Sağdan soldan süprizler yağıyordu..Hayatımdaki bir ilk gerçekleşiyordu..Tuhaf bir şekilde artık kontrol bende değildi..Ağzımdan evet sözcüğü çıkarken bile bir yerlerden bir ses film gibi diyordu..film gibi...

O doğum günümden bu yana çok değişti ve çok şey değişmedi aslında..ben herşey değişecek sanırken herşey başa sardı..Bazı konulardaki sessizliğim hala devam ediyor..O sessizliğin son bulacağı anı çok merak ediyorum aslında..Bulmayabilir de..Bakalım..

maziyi bırakır bu seneye dönersek eğer..Önce süpriz bir doğumgünü partisi daha doğrusu buluşması geldi benim yakın dostlarımdan ailecek..Sonra bir yemeğe gittik.Aslında yemek daha önece organize edilmişti..Benim doğum günüm için değildi.Fakat öyle denk düştü..Ben öyle daha çok seviyorum..spontan olaylardan daha fazla zevk alıp mutlu oluyorum zaten..bu gecede kesemediğimiz pastamı keseceğiz..Akşam geç gelince böyle oldu..Bu şekilde kısmet oldu bu sene..

Dilek olarak mutluluk ve güzel kalabalıklar diliyorum bir de sağlık benim ve tüm sevdiklerimin..Sadece bu kadar..Fazla bile değil mi zaten...

11 Şubat 2009 Çarşamba

KARAR VERDİM

Bunu yazmaya daha doğrusu yapmaya karar verdim..Çünkü canıma tak etti..Ben Şimdi büyük harflerle yazıyorum...ZAYIFLAMAYA KARAR VERDİM DAHA DOGRUSU KİLO VERMEYE KARAR VERDİM. KARAR VERDİM. KARAR VERDİM....Üç kere yazmamın sebebi daha motive olmak içindi.Çocukluğumdan bu yana her zaman için iri bir kız oldum ben. Yüzüm , bileklerim vücudumun genel görüntüsü narin ama kiloluydum..Fakat hiçbir zaman icin "oha lan nedir bu " dedirtecek bir tip değildim..Bir ara epey kilo verdiğim de ise insanlar cok şaşırmıstı.Acayip tepkiler vermediler ama çok zayıfladığımı söylediler. Kilomo ragmen gercekten beğenilen de bir tipim aslında. Benim icin kıstas değil ama beni birçok latin oyuncu ve müzisyenlere benzetirler.Yani kafanızda bir şablon olsun diye anlatıyorum..Maksatım kendimi övmek falan değil.Ama işte bazen kendime çok özgüvenli görünmeme ragmen nedense özgüvenim tam aksi yönde ilerliyor..Bu ara yine oyle bir moda girmek üzereyim..Bir de artık bazı komplekslerimden arınmak ve kendimi daha güzel hissetmek istiyorum..Acayip bir şekilde spor falan yapmıyorum ama..Bir iki gün sonra bizim buradaki aynı zamanda işime de çok yakın olan spor salonuna yazılacağım..Aslında çocukluktan bu yana hep vermek istediğim ama arada vermiş olsamda çoğu kez başarılı olamadığım bir durum.Niye böyle iradesiz bir durum sergiliyorum bu konuda onu da bilemiyorum..Fakat istikrarsızım işte bu konuda. Sonra öyle manyak yiyen bir tip değilim. Aksine acaip sağlıklı öğünler tüketen biriyim..Tek kusurum akşam evde geç yemek yemem ve annemim yaptığı kek, börek ve bunun gibi şeylere dayanamıyor oluşum..Bir de bazen duygusal olarak aç oluyorum..Onu fark ettim..Bir de enteresan çok çok mutlu olduğumda hızla kilo veriyorum..Tabii bu rejim meselesine artık yaşımın 31 'e geliyor oluşu var...Bu yaş durumu tuhaf hissettiriyor bana kendimi..Gerçekten savunma değil ama ben ne yaşımı ne kilomu hissediyorum..Herşey bana çok normalmiş gibi geliyor.Ben hala 25 yaşındaymışım falan gibi geliyor.Kilomda normal geliyor..evet genetik bir özellikten dolayı yaşımı Allah'tan hiç göstermiyorum..Fakat kilom var iken ben neden böyle hissediyorum bilemiyorum..Beni bazen arkadaşlrım uyarır aman kio ver diye..Ben de derim o zaman: "aaa ben çok mu kiloluyum..Ben öyle hissetmiyorum" diye..Bir keresinde bunu bir kız arkadaşıma söylemiştim..Daha sonra da o bana mail atmıştı.."Ben senin gibi insanlara bakmadığımı fark ettim..Sen onları bütün olarak görüyorsun..Ben ise inceliyorum tek tek..Sen mutlusun böyle..Ben de seni sıkıştırıyorum kilo versene diye..Haklısın sen aslında" demişti..Aslında haklıyım; bende biliyorum..Biraz megolamanca bir durum oldu farkındayım ama haklıyım..Ben hayatımda kimseyi "aaa bak saçı çok çirkin , aaa bak çok zayıf, aaa bak çok güzel , aaa bak cildi çok bozuk" diye ayırmadım..Ben insanları iyi ruhlu, güzel bakışlı, sıcak, samimiyetsiz gibi tanımlamalarla ayırıyorum aslında..Tabii ki dış görünüşe bende bakıyorum ama kimsenin dış özelliklerine takılmam..Bir insan sırf güzel veya yakışıklı diye o kişinin etki alanına girmem ben.Bazıları vardır..Aptallaşırlar güzellikler karsısında ..Asla o tiplerden olmadım..Bazıları da vardır da sadece takılırlar karşısındaki insanların çirkinliğine ..Ve anlamazlar o kişinin ne konuştuğunu..Çok üzülürüm bu tip durumlarda..Neyse konumuza tam olarak dönersek.. Bundan sonra ara sıra benim kilo verme maceramı da yazacağım...Hem buradan da bir takip olur..Ama tabii her kilolu insan gibi benimde bazı komplekslerim var.Tam olarak kilomu asla kimseye söylemem..Zayıflasamda söylemem ama..Çünkü bu durumu iki yüzlü buluyorum. Şişmanken söyleme, zayıfken söyle..Yok anacım...O zaman karşındaki insan sana zayıfken sorduğunda sen söylüyorsan kilonu ona şişmanken de sorma hakkını tanımış buluyorsun..O nedenle sadece kaç kilo verdiğimi söyleyeceğim..Doğrusu beni şu anda blogdan doğru kimse takip etmiyor..Benim amacım en temelinde kendimi buradan kontrol etmek..Bir nevi diyetisyen mantığı gibi..Diyetisyenlere gittiğimde de adama ayıp olmasın diye kilo vermişliğim vardıı benim..Utancımdan doktora gitmeme bir kaç gün kala hızla kilo vermeye çalışıyordum..Fakat burada bir farklılık daha olucak..bu olayımda bu sefer yanlızım şimdilik..Doktrum falan yok..
Sadece düzenli yemek yeyip , kendimi bunaltmadan, az yemek yeyip bir de gece yemezsem ne olacak önce onu görmeye çalışacağım..Aslında bende bu kilo ile ilgili o kadar çok anı var ki...
Nasıl anlatsammmm nerden başlasammmmm kaç kiloydum o zamannnnn Bodrummm bodrummmm

Onları sonra yazarım..Fakat itiraf ediyorum ..Bu hoşuma gitti..Bunu kendim için yapmaya çalışacağım..Doğrusu onun için başladı ama benim içimden olayı bana yöneltmek geçti..
Yılmak yok ....Yola devam....

8 Şubat 2009 Pazar

BEKLENEN Mİ ?

Bugün beklediğim birşey oldu.. Acaba olmasa mıydı diye düşünüyorum..Çok uzun zamandır bekliyordum ondan bir ses..O ses geldi..Her ne kadar o değmez buna diye düşünsem de..Arkadaşlarıma belli etmemeye çalışsam da ben ondan bir ses bekliyrodum..En son geçtiğimiz ay onunla garip bir msn konuşmamız olmuştu..Tam altı aydan bu yana seslerimizi duymadık birbirimizin..Ben zaten bildiğiniz üzere durumun anlamsızlığını sorgulayalı ve kendime kocaman değerler verişimin üzerinde duruyorum uzun zamandır..Bu kadardı artık..Daha fazlası değildi..Ama tabii çok psikolojik bir durum..Kafamızda büyütürüz ya yenilgiyi kendimize yakıştırmayız veya merakımıza yenik düşeriz..Bende bu ruh durumları içerisindeyim..O; neden aramıyor diye merak ediyordum..Mesaj atmış bu gece..Ben kaç akşamdır niye mesaj gelmiyor diye düşünürken o kendi saatleri gece yarısını gösterirken bana mesaj atmış."Bu ay sonu Türkiye
'ye geliyorum..seni arayabilir miyim? kahve içelim mi? seni çok özledim" diyerek..Bu mesajı attıktan dört dakika sonra uyandım..Ve kalkar kalkmaz telefonuma baktım durup dururken..Evet mesaj gelmişti..Çok ağır uyuyorum çünkü hastayım..Ve ağır ilaçlar alıyorum..Acaba dedim telepatik bir şekilde mi uyandım..Mesaj atmak istemedim hemen..Bekliyormuş gibi..Ama ne anlatacağını merak ettim..O nedenle sadece " tamam konuşalım" diye mesaj attım ona 2 saat sonra ..Merak ediyorum çünkü ve anlamak istiyorum bu durum niye böyle bir hal aldı diye..Olması için özel bir çaba harcamıyorum zaten harcamam da çünkü gerçekten yapıma ters bir durumdur o..Belki de bunu hissettirebilecek bir insan karşıma çıkmamıştır daha..
Benle konuşabileceklerini düşündüm yattığım yerden..Zaten başım çatlıyor ve nefes alamıyorum..Daha da daraldım..Muhtemelen şöyle diyecek kendisi:
"ben hayvan herifin tekiyim..Bu durumda senin bir suçun yok.. Sorun tamamen bana ait.Ben sana layık değilim..Ben böyle bitmesini istemiyorum..Ben senin dostun olmak istiyorum....Ben değmem buna..vs vs.."
Peki ben ne diyeceğim?
"sen tutarsızsın ve kendinden emin bir adam değilsin. Ne istediğini bilmiyorsun..Ve ben sana güvenmiyorum..bunu sana dürüstçe söylemiştim.Sende bu güveni kazanmak için elinden geleni yapacağını söylemiştin..Hatta haklı bile bulmuştun beni..Sonra değişen ne oldu? Önce güvenmiyorum sana diye beni suçladın.. Sonra güvenmemin ne kadar doğru olduğunu gösteren tavırlarda bulundun.. Seni anlayamıyorum..Feci dağılmış falan değilim.. Fakat kendime kızıyorum..Değer verdiğim insanlar neler yapıyor diye.. Sen daha kolay hedeflere kilitleniyorsun..Nefsine yenik düşüyorsun..Senin nefsinde feci bir yıpranma var..Bir kız arkadaşın var iken beni tekrar arayabiliyorsun..Bu ne kadar kalitesizce bir hareket biliyor musun? vs vs"
Aynı nakarat aynı nakarat..Çok anlamsız ..Ne zırvalayacak diye merak ediyorum..Kendini nasıl haklı çıkartmak için uğraşacak tahmin edebiliyorum..Ama çok tuhaf içimde ne ufak bir heyecan, öfke,onu sarsma hissi yok...
Ben neden böyle oluyorum acaba bu tip durumlarda? Son derece duyarlı bir tipimdir aslında ama..Sanırım karnım palavralara tok..Tek endişem bir ara etkisi altında kalıp onu düşünmeye başlar mıyım yine? Bir de o ; ateşili bir şekilde konuşan bir tiptir..İşler sarpa sarar mı diye endişe ediyorum..umarım olmaz...
Belki de bu buluşma hiç olmayabilir de ..Çünkü cevabım sonderece kısa gelmiş olabilir kendilerine..Valla hiç umurumda olmaz......
Ben bu durumu hiçbir arkadaşıma açmayacağım bu sefer..Olmuyor ..Bu yaşımda çocuk gibi kalıyorum yanlarında gibi geliyor...
Hayırlısını diliyorum Allah'tan..Hayırlı değilse olmasın zaten..Hayırlısı ise benden yana olsun..

BATTANİYEMİ ÇEKİN ÜZERİME


Çok hastayım bu ara..Hem de çok..Teşhisi koydum kendi kendime ama tabi doktora gitmem lazım..Bende kendi işim olunca doktorları pek sevmem..Normalde de herkese akıl veririm..Tam "ele verir salkımı kendi yutar talkımı "misali veya "terzi kendi söküğünü dikemez" durumu anlayacağınız..




Faranjit oldum..Aynı zamanda da üşütmüşüm..Hem de nasıl..Gece mutlaka bir kez annem üstümü değiştiriyor..Bir de boğaz ağrım var ki..Ne yutabiliyorum,ne konuşabiliyorum..Yutkunamıyorum bile.Devamlı su içiyorum..Tek rahatlatan bu..İşe zaten gidemiyorum.. Zaten çok soğuk bizim işyeri..Zatüreye çevirir diye korkarım.Babam bence kıl oluyor bana..Anlatmıştım belki bir aile işi yapıyoruz..Hepimizin işin başında durması gerekiyor..Ama ben şu anda yokum..Babam da geçen bana eve geldiğinde "bende rahatsızlandım ama senin gibi olmadım" dedi..Aslında dediğinde garip bir laf yok..Tabii işin içine kendisinin yüz mimikleri girince lafın boyutu başkalaşıyor..Alay eder gibi konuştu..Çünkü o sadece bizim hastalıklarımızla ilgilenmez..Tüm milletin derdine koşar.. Sadece bizim rahatsızlıklarımızı hafife alır..Hani bende sümüklü,çıtkırıldım,en ufak bir hava değişiminde rahatsız olan bir tip olsam anlayacağım ama öyle bir durum da yok ki..Kendime en güvendiğim konulardan biridir bu..Çok güçlüyümdür ben..Öyle herşeyden etkilenmem..Değişik bir yere gideyim..Hemen uyum sağlarım..Hiçbirşeyi yapmaktan gocunmam..İşe yarar birşey olduğunu ve kullanılmadığımı bilmek yeterli..Sadece bunları bilmek işime konsantre olmamı arttırır. Sonra hiç şikayet etmem.. Açlıktan ,susuzluktan, yürümekten ,çalışmaktan.. 4 yılda bir böyle bir durum yaşarım..Son 3 kıştır hiç hasta olmuyordum hatta .. Hastayım diyorsam da ama gerçekten hastayımdır.. Yani abartı değildir.. Babam ise bizi hafife alır bu konuda .. Aslında çok iyi bir adamdır ama.. Bazı arkadaşlarımın babalarında da böyle bir psikoloji hakimmiş..Hiç inanmak istemiyorlarmış eşlerinin rahatsızlığına,çocuklarının sağlık durumlarına.. Acaba yakınlarını bu durumda görmek istemediklerinden mi? Bence psikososyal bir durum.. Hiç araştırıldı mı? Birden merak ettim..




Tabii bu lafı söyledi ya..İçeri odama gittim..Sessizce ağladım..Ne kadar yanlız olduğumu düşünerek..Kardeşimle de son bir senedir anlamsız bir durumdan ötürü bir soğukluk var.. Ben haklıyım..Hiçbir suçum yok..Yemin ederim bu böyle..Tabii o kendini haklı görüyor..Yapacak birşey yok.. Son derce inatçı bir tiptir kendisi..Hasta olduğumu bile bilmiyor..Babam da umursamadığı için anlatmamıştır kendisine..Çok yanlız hissettim kendimi.. Annem ilgileniyor benle.. Aslında çoğu kez onunla anlaşamadığımı yazdım.. Ama annelik daha farklı bir duygu..İyi ki kadınım diyorum şimdi..Belki anne olamayabilirim...Ama o içgüdü içimde olacak hep.. Ben mesela gece yatarken kimseyi öpmeden yatamam..Öpmeden yatarsam eğer sabah belki ben olamam veya onlar belki olmaz diye düşünürüm.. Eğer bizim evden bir düşmanım bile çıksa veya kavga edip bir şekilde yollarımın ayrıldığı birisi ( ki bu oldu) ben onu camdan uğurlarım. Geriye dönüp baktığında kendini kötü hissetmesin diye.. Gece yatarken herkesi bir dinlerim acaba onlar nefes alıyor mu diye.. Üstü açık birisini görürsem evde hemen battaniyeyi üstüne çekerim..Kavga bile etsem herkesle yemeğe otururum.. Huzur kaçmasın daha çok diye...




İyi ki kadınım ve iyi ki bu duygularım var.... Ama ne yazık ki ben şu an hastayım..Fakat kendimi çok yanlız hissediyorum.....

3 Şubat 2009 Salı

BARIŞ MANÇO MODA 81300


Barış Manço'yu anma günleri bu günler. Aslında sanırım Manço, 2 ocak doğumlu ve biz onu doğum gününde anıyoruz.Kendileri bizim komşumuz olurdu..O nedenle, ne zaman o "Barış Manço 81300 "dese hep içimde sanki mektuplar bana gelecekmiş gibi heyecan duyardım..Nedense işte çocuksu bir durum..Bir programına katılmışlığım bile vardır..Arada onu sokaktada görmüşümdür..O zaman ilginç gelirdi..Fakat bence özel hayatı ve sahnedeki duruşunu karşılaştırdığımızda gayet ciddi duruyordu özel yaşamında..Hatta fazla ciddi..Dışarıda bile şalvar giyerdi..Zaman geçtikçe ve ben kişilere ve olaylara biraz daha farklı bakmaya başlayınca, çocuklarla yaptığı diyaloglardaki başarı ve samimiyet çok dikkatimi çekerdi.Çünkü çocuklar hemen hissederler iyiyi kötüyü..Çocuklar onu çok severdi..Derdim ki ; farklı hatta marjünal kılık kıyafeti; devasa yüzükleri, erkekte uzun saç olayı.. O dönem Türk milleti tarafından kabul edilmesi çok zor olan durumlardı bunlar..Yani bu tip klişe yorumlarla gayet kolay bir şekilde insanlar harcanabilirdi bir kalemde..Ama nedense o tam tersine Türk Milleti'nin çok sevdiği sanatçılardan biri idi..Bir de bu şekilde kabul edilen Zeki Müren var bana göre..O aslında hepten farklı idi ama Türk milleti onu da çok sevmişti..


Barış Manço'nun şarkılarının sözleri ise zaman içinde dikkatimi çekti..Aslında bayağı protest sözlerde var içinde..Helal para kavramı, namusa yan gözle bakmamak, paylaşımın önemi vs vs..Müzikler ise gerçekten güzeldi..Ve gün geldi bu çok sevilen adam ansızın beklenmedik şekilde öldü..Hereks şaşırdı..Kimse bunu aklına bile getirmezken bu kadar ani bir ölüm şok etti insanları..Hatırlıyorum finallerimin dönemi idi ve ben sabahlara kadar ders çalışıyordum..Bir gece yine çalışa çalışa sabah etmiştim..Sabahleyin ise evimizin bulunduğu caddeden geçen tüm arabalarda o kadar erken bir satte bangır bangır Barış Manço çalıyordu. Önce bir anlam veremedim..Ama şunu düşündüğümü hatırlıyorum; Bu kadar farklı arabalardan neden Barış Manço çalıyor? Sonra bir arkadaşım aradı sabah sabah.."Manço ölmüş" diye.."Şok oldum..Sanki çok tanıdığımı kaybetmiş gibi hissettim kendimi..Ardından inanamanın verdiği bir gerginlikle televizyonu açtım. Tüm haberler, tüm kanallar konuya geniş yer ayırıyordu..Uyuyan annemi ve kardeşimi kaldırmaya çalıştım.."Anne, murat hadi kalkın" diye..Murat top atsan asla uyanmaz..Ama benim "Murat kalk hadi Barış Manço ölmüş kalk" dememle birlikte "şaka yapıyorsun" diye yataktan fırladı..Annem ağlamaya bile başlamıştı..Sonraki günler Moda'dan bir insan seli geçti. Her gün tepemizden yayın helikopterleri geçiyordu..Böyle bir saygıyı bir sanatçıya karşı Türkiye; daha hiç yaşamamıştı. Ve bence uzun bir zamanda yaşayamayacak zaten..


Evinin önü uzayan kuyruklarla dolup taşıyordu..Hepimiz anı defterlerine yazıyorduk onun..Notlar asılmıştı kapının her tarafına..."Unutmayacağız" yazıyordu çoğunda..


Hakikaten de öyle oldu.."Unutmadı" Türk halkı onu..Bu büyük sanatçının; bugün 10. ölüm yıldönümüydü..Ve Moda'dan bir vapur kalktı Kanlıca'ya.İçi hınca hınç Manço sevenler, sanatçılar çocuklar, gazeteciler ve televizyoncularla dolu.Mezarlığı ziyaret edilecekti..Organizasyon çok güzeldi bence..Barış Manço'nun adının verildiği bir şehir hatları vapuru tahsisi edilmişti..İçine ses sistemi ve müzük sistemi kurulmuştu..Kurtalan Ekspresi , Manço ile söyledikleri şarkıları seslendirdiler..Hepsi çok iyi birer müzük adamı olmalarına rağmen bana öksüz kalan çocukları anımsattı..Akın akın insan geldi vapura..Diğere yolcuları beklerken düsündüm..Bu insanları hiçbir kuvvet sabahın bu saatinde buraya getirtemezdi..Tamamen kendi istekleri ve hiç bir çıkarsız hepsi buradaydı.Sadece unutmadıklarını göstermek için..


Vapuru İDO'nunorganize ettiği ve içinde verilen sınırsız çay , poğaça, simit, ve irmik helvalarının organizayonu tamamlayan yan unsurlar odlugunu belirtmek isterim..Onları gerçekten tebrik ederim..Çok güzeldi herşey..


Sonra vapur şarkılar eşliğinde yanaştı Kanlıca iskelesine..Önce kameramanlar ardından da yolcular indi..otobüs ve taksilere binilerek mezarlığa çıkıldı..Orada dua edildi..Sonra tekrar vapura bindik..Bu sefer cd eşliğinde mançonun şarkıları çaldı..O zaman hüzünlendim , mutlu oldum , daldım gittim ve en önemlisi düşündüm..


Ne güzel bir vapurda bir amaç için hiç hesapsız bir araya gelen insanlarla müzik dinlemek..Ve de ne güzel bir sanatçının ölümünün 10. yılında hala unutulmamış olması ..Ne güzel bir sanatçının şarkılarının hep birlikte söylenebiliyor oluşu..Onu göremeyen nesiller bile vardı vapurda ve onlarda eşlik ediyordu vapurda..Ne güzel arkadaşı eşek derken iki tane koca yetişkin insanın dans edebilmesi..Ne güzel bir sanatçınının böyle anılıyor olması..


Ben bir sanatçı olsam çok kıskanırdım bu durumu. "Allah'ım bana nasip olacak mı bu sevgi ?" diye..Herkes sevmek zorunda değil ama herkesin yaptığınız işin ciddiyetini anlayıp size saygı duymasıda çok önemli. Ona saygı duyuluyor..O kadar onur verici ki..


Böylesi sevgiler herkese nasip olmaz..Bu sevgiyi hak etmiş olmak için çok önemli işleri çok büyük bir samimiyetle yapmak lazım bence..Samimiyetini hissedenler ise asla sizi bırakmazlar..sizin dediklerinizin anlaşılmış olmasını gösterir bu..Yaptıklarınızın boşa gitmemiş olduğunun da göstergesi aynı zamanda.


Yani illa sanatçı olmaya gerek var mıdır peki? Biz normal insanlar olsak da bize nasip olur mu bu tip sevgiler? Bence olur..İşini iyi yapan, karşısındakini kırmayan, gerçekten samimi ve gerçekten iyi olmak en önemlisi ilkeli olmak sağlar gibime geliyor da herkes kendisini bu kadar anlayacak bir insan topluluğunu bulabilir mi işte bunu bilmiyorum..


Umarım Allah herkese bu tarz sevgileri nasip eder.

1 Şubat 2009 Pazar

BENİ FARK ET!!!!!!

Bugün sabah gazetesi'nin ekinde Gülse Birsel'in bu yazısını okudum.
"ABD'nin Washington D.C. şehrinde, bir metro istasyonu. Soğuk bir ocak sabahı, siyah tişörtlü ve beyzbol şapkalı bir adam gelir ve kutusundan kemanını çıkarıp sokakta çalmaya başlar.45 dakika boyunca Bach çalan sokak müzisyeninin önünden, işe gitme saati kalabalığı olduğu için, hesaplamalara göre binlerce insan geçer.İlk üç dakika boyunca müzisyeni fark edip duraksayan sadece tek bir kişi vardır.O da biraz yavaşlayıp durakladıktan sonra yoluna devam eder! Bir dakika sonra kemancının ilk bahşişi olan bir dolar, keman kutusuna bir hanım tarafından atılır. Hanım parayı attıktan sonra müziği dinlemeden yürümeye devam eder.Müzisyenle en çok ilgilenen 3 yaşındaki bir oğlan çocuğu olur. Bir süre duraksayıp seyrettikten sonra annesi tarafından yola devam etmesi için aceleyle sürüklenir.Devam eden dakikalarda kemancıyla en çok ilgilenen çocuklar olur. Çoğu seyredip, dinlemeye yeltenirler ama anne veya babaları buna izin vermez ve çocukları alarak yollarına devam ederler.Kemancının çaldığı 45 dakika boyunca sadece 6 kişi durup bir süre müziği dinler.20 kişi de keman kutusuna para atar.Zaman dolduğunda kutuda 32 dolar vardır.Kemancı müziği bitirip toplanmaya başladığında herhangi bir tepki veya alkış olmaz.Kimse gariban kemancıyı tanımamıştır ama o aslında dünyanın en iyi müzisyenlerinden sayılan ünlü Joshua Bell'dir ve elindeki Stradivarius kemanın değeri de yaklaşık 3 buçuk milyon dolardır! Henüz iki gün önce Boston'da verdiği konserin biletleri ortalama yüz dolara satılmıştır ve günler önce bitmiştir! Joshua Bell, bu 45 dakikalık mini konseri, Washington Post gazetesinin bir deneysel araştırmasına yardım amacıyla vermiştir. Bu sosyal deney, insanların farkındalıkları, zevkleri ve öncelikleriyle ilgilidir ve bu amaçla uygunsuz bir saat ve kamuya açık bir alan seçilmiştir. Konu şudur: Acaba bu uygunsuz şartlarda güzelliği fark edebiliyor muyuz? Değerini anlayabiliyor muyuz? Ve yetenek, beklenmedik bir ortama yerleştirildiyse, onu algılayabiliyor muyuz? Yıllardır birçok tüketim ürününün paket ve sunuşuyla ilgili araştırmalar yapılır ve benzer sonuçlar çıkar. Paket tasarımı ve sunumu daha güzel olan ürün, ötekinin tıpatıp aynısı bile olsa, tüketici tarafından çoğunlukla "daha iyi" gibi algılanır.Ama sanatla ilgili böyle bir araştırma hiç yapılmamıştı.Sonuçlara göre, acaba insanların bir sokak müzisyeniyle dünya çapında bir kemancı arasındaki farkı algılamalarının tek yolu "sunuş şekli" midir?! Bu ilginç araştırma, geçtiğimiz yıl Washington Post gazetesine bir Pulitzer ödülü kazandırdı! "Bakmak"la, "görmek" arasındaki farkı zaman zaman hatırlamak lazım.Sadece sanatta değil, hayatta da, bazen Amerikalıların deyimiyle "Durup çiçekleri koklamak" için vakit ayırmak gerekiyor.Eğer metro istasyonunun oradan geçenler, "İş, güç, vakit, yetişmek" kavramlarını birkaç dakikalığına akıllarından çıkarıp "Hayat şu anda bana hangi hediyeyi veriyor" diye düşünselerdi, yani yolda durup çiçekleri koklasalardı, 45 dakikalık muhteşem ve bedava bir müzik ziyafetini kaçırmayacaklar, üstelik nefis bir anı edinmiş olacaklardı.Bugün iş yok...Bir durup bakın ve fark edin bakalım, hayat size hangi hediyeleri veriyor... . "

Ben bu araştırmayı çok daha önceden okumuştum.O zaman da çok şaşırmıştım..Evet biz insanlar çok fazla imaj derdindeyiz.Bazı şeylere çok fazla değer biçiyoruz..Aslında bunların çoğu bu nezaketi hak etmiyor.:ünkü onlar sadece daha dikkat çekici..Materyal anlamda.O kadar yani..Daha fazlası değil..Daha da önemli değiller.Bir de bir kenarda fark edilmeyi bekleyenler var.Onlar nedense hep daha sessizler..Veya daha az süslüler.Paket de olsalar insan da olsalar hep böyleler.Ama biz onları hep daha sonra fark edip kıymetini bilemiyoruz..Bu deney o nedenle çok önemli...İmaj herşey..Hatta en önemli durum...Adam aynı konseri para ile verince daha kıymetli geliyor bize..Çünkü o zaman biz de süslenip püslenip gideceğiz..Öyle değil mi hani? Olay bizim için iki kat daha değerlenecek..bu böyle bu kadar basit..

Sanırım Mevla'nın söylediği bir sözdü..( yanılıyorsam çok özür dilerim.)
"İnsanlar kıyafetleri ile karşılanıp hareketleri ile uğurlanırlar"Aslında malın kumaşı sonra kendini ele veriyor...Ama iş işten geçmiş oluyor..Özellikle insan ilişkilerinde durum daha acı oluyor..